Dersim’in kutsallığından
günümüze
‘Teberik’
FERİD
DEMİREL
İSTANBUL (DİHA) – Dersim’in kültürel
dokusunu müziğine yansıtarak Kürt müziğine özgün bir renk katan sanatçı
Ali
Baran 9. albümü ‘Teberik’i Aydın Müzik etiketiyle yayınladı. Daha
önceki
albümlerinde olduğu gibi Kürtçe’nin Kurmancı, Zazaki ve Türkçe eserler
seslendiren Ali Baran ‘Teberik’ ile topraklarından kopmasına rağmen
yaşadığı
duyguları yurtdışına taşımak istiyor. Yaptığı bestelerle geleneksel
Kürt
müziğini çağrıştıran bir tarzı bulunan Ali Baran geçmişteki
çalışmalarından
farklı olarak Mikail Aslan ile çalışmış. Bir albüm hazırlanırken
konseptinin
belirlenmesi ve müzik yaparken mutlaka Kürdi öğelerin bulunması
gerektiğini
vurgulayan Ali Baran ile kutsal toprak anlamına gelen ‘Teberik’i,
Kürtçe müziği
ve etkilenmelerini konuştuk.
* Teberik’in öyküsünü bize
anlatabilir misiniz? ‘Teberik’ ismi nereden geliyor? Manevi bir yönü
bulunan
‘Teberik’ ile neyi anlatmak istiyorsunuz?
İnancımız gereği eskiden beri
ziyaret ve kutsal
olarak kabul edilen ataların türbelerinden alınan bir tutam toprak
parçasına
“teberik” denir. Örneğin; 1938 Dersim Hareketinden sonra sağ kalan
insanlarımız
Orta Anadolu’ya sürgün edilirler. O zaman bir daha geri gelmeme,
birbirini
görmeme korkusuyla yanlarına bir avuç toprak, “teberik” alırlar. Bu
insanlar
kendi aralarındaki sorunları da “teberik“ üzerine yemin edip
çözerlermiş. Hatta
bizde “teberik”in uğur getireceğine inanılır. O yüzden insanlar
yanlarından
“teberik”i ayırmazlar. Sevgililer karşılıklı teberik yiyip
ayrılmayacaklarına,
aşklarına bağlı kalacaklarına yemin edip sözleşirler. Yine kavgalı
olanlar
büyükleri tarafından kutsal ziyaretlerin içine getirilip teberik
yedirilip
mutlaka barıştırılırlar. Bu sözleşmelerde, yeminlerde Munzur,
Sarısaltık,
Düzgün Baba, Ağuiçen, Sultan Xidir tanık olarak kabul edilir.
* Albümdeki eserlerin söz ve
müziği
size ait olmasına rağmen albümde anonim bir hava olduğu görülüyor. Yani
albüm
dinlendiğinde söz ve müzik olarak anonim eserleri yorumladığınız
sanılıyor.
Bunun dengbêjlik ve ozan geleneğiyle bir bağlantısı var mı?
Evet bunu bana çok insan
sordu. Hatta bazı müzisyenler de merak edip sordular. Ben yani Ali
Baran, ozan
geleneği olan bir aileden geliyorum. Benim dedem, Mehmet ve babam
Mahmut Baran
keman, saz, kaval çalıp söylerlerdi. Annem Bese de söylerdi. Böyle bir
gelenekten geliyorum. Bende birikim çok. Yeni kılamları ben içimden
gelen bir
ritimle, melodiyle yaparım. Öyle bir yerden duyup, melodileri bozup
yapanlar
gibi yapmam. Hatta ben söz yazarken en eski, unutulmaya yüz tutmuş
kelimeleri
arar onları kullanırım. Bir de benim en çok yararlandığım şey, halkın
dilinden
çıkan sözcüklerdir. Küçük bir cümle hoşuma gider, ben hemen ona uygun
sözler
bulur ve bir parça oluştururum. Yani ben bu yönümle gerçek yaşımdan
daha
yaşlıyım diyebilirim.
* Nuri Dersimi’nin kendi
sesine yer
vermişsiniz. Biraz bahsedebilir misiniz?
Dr. Nuri Dersimi’nin nenesi
akrabamız,
köylümüzdür. Nuri hep bize gelirmiş. Amcam anlatırdı.1938’de idam
kararı
çıkınca beş yıl Dersim’de saklanan Nuri, Haleb’e kaçar ve 1973’te
Suriye’de
ölür. Ben sürgün yaşamımı biraz da Dr. Nuri’ye ve Yılmaz Güney’e
benzetirim.
Hem ben Nuri Dersimi’nin siyasi duruşunu taktir eder ve onunla gurur
duyarım.
Nuri’nin babası mele İbrahim, amcalarımla birlikte sürgüne gönderilir.
Bende
epey anıları var. Dr. Nuri’nin babası “Dilo
Jaro” parçasını söylemiş. Ben de Nuri’nin sesini bir dostum olan
Alixasi’den almıştım. O’nun canlı sesini “Dilo Jaro”ya ekledim. O en
güzel yanı
olan duygusal sözlerine albümümde yer verdim. Eser babası mele
İbrahim’e aittir.
Sonundaki Dimili kısmı ve beste ise bana aittir.
* Teberik ile ilgili
söylediklerinizden yola çıkarak; albümünüzün uzun yıllar uzakta
kaldığınız
toprağınızın kutsallığını ve hasretini yurtdışına götürme istemi olarak
adlandırılabilir mi?
Evet benim bu
albümüm asimilasyona karşı direniş, ana dilimize ve vatanı sahiplenmeye
çağrıdır. Beni ve benim kılamlarımı yaratan, binlerce yıllık kültür
geleneği
olan kutsal topraklardır. Oradaki halk bizi yaratmıştır. Kılamları,
ozanları,
önderleri yaratan halktır. Ben önce oraya aitim. Beni yaratan toprağım,
engin
kültürümdür. Bunun için kısaca şunu diyebilirim; bu albüm biz Kürtlerin
parçalanmasına, asimilasyonuna karşı duruş ve birliğe çağrıdır.
* 9. albümünüz olan Teberik’in
müzikal olarak diğer albümlerden farklı olduğu gözleniyor.
Mikail Aslan, Ozan Aksoy ve Soner Akalın ile
çalışmanızın bunda etkisi olmuş diyebilir miyiz?
Bu albüm, başından beri bir albümün
yapılmasındaki nedenin, hedefin olmasını yani bir konseptinin olduğunu
gösterir. Bir albüm bence öyle kendi kendine olsun diye yapılmaz. Albüm
bir
çocuk gibidir. Doğar ama yaşaması önemlidir. Yoksa öksüz kalır. Yaşasa
da cahil
ve zavallı kalır. Yani plansız, projesiz
yapılan eserler kalıcı olmaz. Ben projemi,
hedefimi, ne istediğimi bilmezsem iyi
bir şey ortaya
çıkmaz. Sadece sanatçı arkadaşların katkısıyla bir yere varılamaz. Ben
önceden
parçalarımı belirledim. Mikail’le yapacağım konsepti konuştum. O’nu
neden
istediğimi O’na anlattım. O’nu İkna ettim. Ben daha önceki albümlerimde
Arif
Sağ, Oğuz Abadan, Orhan Temur gibi yönetmenlerle çalıştım. Ama bu
albümde
özellikle Mikail ve Kardeş Türküler geleneğinden gelen Soner Akalın ve
Ozan
Aksoy’u seçtim. Dersim’i yansıtan deyişlere Mikail yönetmenlik yaptı.
Üç
parçayı Soner ve Ozan yaptı. Üç parçayı benle Hakan Akay yaptık. Yani
parçaya
göre yönetmen ve aranjör seçtik. Mesela Teberik parçası Zazaca olmasına
rağmen
ben Mikail’le değil de Soner ve Ozanla yaptım. Perküsyonların hepsini
Ozan ve
Soner çaldı. Vokalleri MKM’den arkadaşlar yaptı. Bir yapıtın iyi olması
bir
ekip işidir. Sevgi, duygu, sabır ve birbirini dinleyip anlamak ve adım
atmakla
başarılı olur. Benim her albümüm başka bir yanımı, sevgimi anlayışı,
başka bir
sound, tekniği yansıtır.
* Yıllarca pek çok Kürtçe
eserin
genellikle Kürt kökenli Türkçe söyleyen sanatçılar tarafından
Türkçeleştirilerek piyasaya sunulduğu biliniyor. Siz de bu son
çalışmanızda
Yıldız Tilbe’nin “Karpuz Kestim…” adını alarak Türkçeleştirilmiş “Leylo
leylo
ziravê” adlı Kürtçe eseri yorumlamışsınız…
Ben 5-6 yaşlarımdan beri bu
parçayı bilirim.
Bunun gibi yüzlerce parça bilirim. “Leylo leylo Ziravê“ parçasını daha
evvel de
sahnelerde Türkçe-Kürtçe sahnede okurdum. Ama bu albümde okumaya karar
verdiğimizde henüz Yıldız Tilbe okumamıştı. Biz vazgeçmedik ve okumayı
özellikle de istedim. Nasıl ki bizim çocuklarımız bize karşı korucu
olarak
yetiştirilip kullanıldı. Kilamlarımızı da bizden almak istiyorlar. Buna
dur
demeliyiz. Bu tip eserleri Türkçeleştirenler yine Kürdüm diyen
paracılardır.
Celal Güzelses almış Türkçe yapmış. İbo (İbrahim Tatlıses), Mahsun
(Kırmızıgül), İzzet Altınmeşe gibileri yaptılar bunu ve bugün hala
yapıyorlar.
Bence bunların üzerine gidilmeli. Toplum bu tip çorbacılara teslim
edilmemeli.
Bunları Kürt sanatçısı olarak görmemek, bunlara yer vermemek lazım. Ama
hala
bazıları onları Kürt sanatçısı olarak görüyor. Bu düşündürücüdür.
Gelişmelere
karşı siyasi durusu olamayan, gayeleri sadece para kazanmak olan bu
kişilere
Newroz gibi ulusal bayramlarda yer verilmesini hoş karşılamıyorum.
Yıllarını
Kürt müziğine veren sürgün olan bizleri de kenara itmenin anlam ve
yorumunu
halka açık bırakalım. Bizler bu kılamlarımıza sahip çıkmalıyız,
korumalıyız.
Kürt sanatçıların birliğini oluşturacak bir kurum oluşturulmalı. Tüm
Kürtçe
parçaları sahiplenmeliyiz.Birbirimizin hakkına saygı göstermeliyiz.
Hangi müzik
hangi sanatçıdır bilinmesi için böyle bir birliğe ihtiyaç var.
* Avrupa’da yaşamanız
müziğinize
nasıl bir etkide bulunuyor?
Benim Avrupa’daki yaşamım beni
fazla etkilemedi.
Çünkü ben kendi özümle, kültürümle yaşamayı gurur sayan ve kendimle
barışık
biriyim. Halkımın duygularını ve istemlerini de iyi bilen ve yorumlayan
biriyim, bazıları milliyetçi olmaktan utanır. Ben gurur duyarım.
Halkını
sevmeyen, o duyguları taşımayanlar tarihten silinmekten kurtulmadı.
Geçmişi
olmayanın geleceği de olmaz. Bir milleti ayakta tutan tek dayanak kendi
özüdür,
dili, kültürü, yaşam biçimidir. Kürtler’i ayakta tutan bugüne getiren
tarih
olan kılamlarıdır, lawıklarıdır, deyişleri, kasideleri, destanlardır.
Bunları
günümüze kadar getiren canlı tarih dengbêjlerdir. Ben dengbêjlik
geleneğinden
geliyorum ve kendimi günümüzdeki nesle bir köprü olarak görüyorum. Yeni
Kürt
gençlerine bir ivme kazandırırsam çok mutlu öleceğim. Ben bu albümü
para için
yapmadım. Hiç bir zaman sadece para için söylemedim ve albüm yapmadım.
Amacım
para olsaydı ben de Türkçe söyler veya Kürtçeler’i çevirip milyoner
olurdum.
Sesime güveniyorum, tarzım da uygun. İstesem benimde uçaklarım olurdu.
Biz
sürgünü, açlığı seçtik. Halkımızın yanında olmayı milyonlara
değiştirmedik.
* Uzun yıllar Kürtçe müzikle
uğraşan
biri olarak Kürtçe müziğin şu anki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürtçe
müzik nasıl bir dönemden geçiyor?
Kürt
müziğini günümüze kadar dengbêj dediğimiz gezginci köy ozanları
getirdi.
Elbette hep böyle kalmasını istemek yanlış olur. Biz dünyaya kendimizi
anlatırken kültürümüzü,dilimizi ve şarkıları, kılamları da
tanıtmalıyız.
Bugünkü çağdaş döneme taşımalıyız ki dünya bizi tanısın. Bu da müziği
okumuş
müzisyenlerle olur. Yani bizi tek sesli melodilerden kurtaracak,
harmonilerimizi
bozmadan düzenleyen ve dünya müziğine taşıyan ehil müzisyenlere ihtiyaç
var.
Sadece bir melodinin üstüne söz yazıp söylemekle veya eskisi gibi “Le
le lo
lo“ları söylemekle olmuyor artık. Kürt müziği harmoni olarak zengindir
ama
işlenmemiş. Çok sesliliği getirmek lazım. Bizde dengbêjler ağasına
kılam
söylemiş. Ağasının yiğitliğine, güzelliğine methiyeler dizmiş. Ağa da
ona bol
bol para vermiş. Öylece bu güne gelmiş. Ama şimdi modern bir çağda
yaşıyoruz.
Ağalık, beylik yok olmalı. İnsan özgür olmalı diyoruz. Müzisyen de özgür olmalı. Para ve makam tasası
olmamalı. Siyasetin emrinde olmamalı. Dünyaya sadece kendi gözüyle
bakmamalı.
Ama dünyayı yorumlarken taraf olmalı. Fakirden, ezilmişten yana olmalı.
Zalime
karşı bir duruşu olmalı. Ama sadece propaganda aleti olmamalı. Yani
partiler,
kişiler gelip geçicidir. Ozanların klımaları kalıcıdır. Pir Sultan beş
yüz
senedir beyitlerdir yaşıyor ama Hızır paşalar ise ölüp gittiler. Bugün
onlar
anılmazlar. Sanatçıyı, sevgiyi, sevdayı, emeği, güzeli anlatmalı. Ama
melodisi
Kürt ve dili ve müzik aleti Kürt olmalı ki yapılan müziği duya aha bu
Kürtçe’dir desin. Nasıl ki Yunan buzukisi belli ise Kürdün de kavalı,
davul ve
zurnası belli olmalı. Sözler serbest derken albümün başından sonuna
kadar “se..
se…caran” veya “memik…memik” deyip bitirmemeli. Bazıları da Kürtçe
albüm
yapıyor dinliyorum. Müzik ya İngilizce ya da Latin Amerika müziğini
andırıyor.
Ben yeni teknolojiye karşı değilim. Aletleri de kullanmak lazım ama.
Kürdün
melodisi olmalı. Yani insanı ayakta tutan omurilik ve iskelettir. İşte
müzik
öyle asil olmalı. İskelet Kürt olmalı. Giydirilen elbiseye dikkat etmek
lazım.
Ya bol veya dar olmamalı. Renkler önemli. Yani Kurdi olmalı. Yeni
denemeler
değişik tarzlarda olmalı ama tekno rap, reage derken evimizdeki
bulgurdan
olmayalım.
|