Sayın Ali Baran,
okuyucularımıza son
yapıtığınız
çalışmalar hakkında kısa
bir bilgi verebilir
misiniz?
- Bana sadece BARAN da
diyebilirsiniz. Çünkü
benim 8 albümüm Baran
ismiyle piyasaya çıktı.
Son yaptığım Albüm “Teberik”
2005 yılında çıkmıştı.
Şimdi yeni bir albüm
yaptım. 2009 “Newroz”unda
çıkarmayı düşünüyorum.
Bu albümde özellikle
ağırlıklı olarak slow
parçalara yer verdik.
Kılamlarımı, stranlarımı,
meqam, lorik ve
lawikları modern bir
tarzda, sade birkaç
enstrüman kullanarak
söyledim. Bazı parçaları
Batı enstrümanları da
kullanarak ve Batı alt
yapıları oluşturarak,
üstüne otantik okuma
şeklimi bozmadan okudum.
30 yıldır Avrupa’da
yaşıyorum. Elbette ki
buradaki kültürün de
etkisiyle Batı
enstrümanlarını, akustik
gitar, bas gitar, violin
gibi enstrümanları
kulandık. Yani modern
çağa az da olsa entegre
olmaya ve o sentezi
yakalamaya çalıştık.
Bence en iyi albümüm
olacak. Çünkü en duygulu
ve sade okuduğum albüm,
bu çalışmam oldu. 3
parça Zazaca, 2 parça
Türkçe, 7 parça
anadilimde Kurmanci
okudum. Bizim evde hep
üç dilden beyit, kılam
ve lawik söylenirdi.
Yani babam Mahmut
Baran’dan öyle öğrendim
ve ben o geleneği hala
da yaşatmaya çalışıyorum.
- Avrupa’da yaşayan bir
Kürt sanatçısı olarak,
size şunu sormak
istiyorum: Diyasporada
yaşayan Kürt sanatçılar
arasında ortak bir
çalışma var mı? Yoksa,
nedenleri nelerdir?
Birlikte çalışma
alanlarınız nelerdir?
Siz diğer Kürt
sanatçılarıyla ortak bir
çalışma yaptınız mı?
- Maalesef biz Kürt
sanatçıları galiba ya
aşiret ve ağalarımızı ya
şêx ve dedeleri örnek
almışız ya da Kürd
siyaset ve partilerinin
etkisi altında kalmışız,
ki bir araya gelmiyoruz
veya gelemiyoruz. Ortak
alanımız müzik albümleri
veya görsel DVD, sinema
alanlarıdır ama maalesef
bir araya gelemiyoruz.
Geceler ve Newrozlarda
bir sahneyi paylaşıyoruz.
O da geceyi düzenleyen
siyasi partiler veya
kurumlar sayesinde
oluyor. Bizler kendimiz,
siyasi örgüt ya da
partiler olmadan
konserler
düzenleyemiyoruz. Çünkü
partilerimiz sağ
olsunlar, sanki bu
konserler ve geceler
için kurulmuşlar. Onlar
yapar, çağırır, biz
gider 20-30 dakikada
acele acele birkaç kılam
arka arkaya söyler
çıkarız.
Şahsen ben bu son
albümde bir parçayı en
ünlü sanatçımıza teklif
ettim, gel düet yapalım
dedim, gelmedi. Daha
sonra tanınmış bir
sevgili sanatçıya
söyledim, bana nazikce
“Sen iyi yorumlamışsın,
ben yapamam” dedi. Yeni
ama başarılı
sanatçılarımızdan Delil
Dilanar “Ne demek Baran
abi, yapalım“ dedi. Bir
parçamda benimle düet
yaptı. Bir parçada da
tanınan bayan
sanatçılarımızdan “Fatê”
ile düet yaptık. Ben
kendimden eminim ve hiç
bir sanatçıyı
kıskanmadım. Kendime
yakın bulduğum sanatçı
ve hissetigim müzik
parçası olursa birlikte
birşeyler yapmaya
hazırım.
- Kürtlerin yeterli
derecede medyası
olmadığı için Kürt
sanatçıların kendilerini
Kürt kitlesine yeterince
tanıtamadığını
düşünüyorum. Var olan
Kürt TV’leri hakkında ne
düşünüyorsunuz? Bu
TV’ler Kürt sanatı adına
Kürt sanatçılarıyla ne
tür ortak çalışmalar
yapmalıdır?
- Kürt halkının
dengbêjlerinden Filîtê
Quto, Feqîyê Teyra,
Hesen ve Arifê Cizrewî
zamanında bugünkü gibi
medya olanakları yoktu
ama hala dinleniyorlar
ve en çok tanınan
sanatçılardır. Günümüzde
hala öyledir. Ben
çıkardığım ilk albümle
tanındım ve en çok satan
albümüm de o oldu.
Hatırladığım iki örnek
vermek istiyorum.
Kazakistan’ın Alma-Ata
şehrinde yaşayan Pr. Dr.
Nadir Nadirov´la yapılan
bir röportajda, “En iyi
Kürt sesleri kimlerdir”
diye sorulmuştu. Nadirov,
Şivan ve Baran
isimlerini telaffuz
etmişti. Hatta Orta
Asya’daki Kürtlerle
yapılan bir Medya TV
programında “Hangi Kürt
sanatçılarını
tanıyorsunuz” diye
sormuşlar, yine “Şivan
ve Baran’ı çok seviyoruz
ve dinliyoruz”
demişlerdi.
Az ve çok hemen hemen
var olan tüm Kürd
TV’leri sürekli siyaset
aracı olarak
görülmüşlerdir. Sanata
ve sanatçıya pek önem
vermezler. Hatta
bazıları sanatçıları
asker olarak görüyor.
Düşüncesine yakın
olmuyan sanatçının
kliplerini dahi yayına
almıyor. Hatta sadece
kulanmaya çalışıyor.
Sanatçı hangi TV’ye
gitse diğeri ambargo
uyguluyor. Çünkü var
olan Kürd TV’ler
partizanlık yapıyor.
Kürd TV’ler Kürd
halkının sanatı, dili ve
kültürüyle uğraşmalı ve
Kürd tarihini bu çağa
taşıyan eski ve yeni
dengbêjlerine,
sanatçılarına, yazar ve
tüm aydınlarına sahip
çıkmalı. Çünkü
dengbêjler yaşayan
birer canlı tarihtir.
Yani halk ozanları
olmasaydı Kürd halkının
tarihi bugünlere kadar
gelmez ve yaşamazdı.
- 1 Ocak 2009 tarihinden
itibaren TRT-6 (şeş)
adıyla yeni bir Kürtçe
kanal açıldı. Bu
televizyonun Kürt
sanatçılarına ve
Kürtlere ne tür olumlu
ve olumsuz etkileri
olacaktır? Sizin bu
konudaki görüşlerinizi
öğrenebilir miyiz?
- 22 Aralık 1977’de
Diyarbakır’daki bir
konserde tutuklandım.
Mardin Kapı´daki
karakolda tutuldum. O
kış çok soğuku ve çok da
dayak yemiştim. Sebeb
sadece konserde Kürtçe
kılam, stran söylememdi.
Daha sonra 1978
Eylülünde kaçıp
Almanya’ya geldim. Sonra
1980 askeri darbesiyle
vatandaşlıktan ilk
çıkarılan 13 kişiden
biriyim. Yani ben de
özgürlük hareketi
içinden bugünlere geldim
ve kendimi bu
kazanımların sahibi
olarak görüyorum. Binbir
acı çekmiş bu halk
kitlesinin bir parçası
olarak kendimi de bu
siyasi ve kültürel
mirasın sahibi olarak
görüyorum. Yani Kürt
dili ve edebiyatının
bugünlere gelmesini,
Ehmedê Xanî’nin, Kamuran
Bedirxan’ın, Musa
Anter’in, Mehmet Uzun’un,
Kemal Burkay’ın, M. Emin
Bozarslan’ın ve nice
dengbêj ve bizim gibi
sanatçıların eserleriyle
taçlanan tarihi bir
mirasin ve geçmişin
kazanımı olarak
görüyorum
Sorun şu; bu kazanım
şimdi ve geçmişte hiçbir
şey olmamış gibi
davranılarak sessiz
sedasız hayata
geçirilmekte ve üstelik
hayata geçirilirken de,
beklendiği gibi, Kürt
sorununun siyasi
çözümünü amaçlayan
anlamlı, rahatlatıcı bir
diyalog, bir uzlaşma
girişimi filan da söz
konusu değildir.
Bunun yerine, farklı bir
şey oluyor galiba ve
devlet bir takım adımlar
atarak, ‘gerekirse ben
yaparım’ gibi bir
anlayışla hareket ediyor.
Dil ve kültür haklarını,
Kürt siyasi hareketi
tarafından düşünülen
muhtemel bir toplumsal
müzakere sürecinin bir
parçası olarak görmüyor
ve bu sebepten, ‘gerekirse
ben yaparım’ anlayışına
karşı Kürtlerde bir
tavır oluşuyor ve olması
da bu noktada bence çok
normal. Diğer yandan
devletten, bizim
kendisine bakışımızı
değiştirmesini istiyor,
yani empati bekliyor.
Biz devletten ‘Kürtçeye
anayasal güvence’
istiyoruz ama öyle bir
yaklaşım yok.
TRT 6, Kürtçe yayın
yapıyor, ama bir yandan
da bu yasalara
muhalefetten insanlar
yargılanmaya ve ceza
almaya devam ediyor. Bu
da bize güven vermiyor.
alfabeler Bizim
Bargenili bir dede,
Karabali biriyle
mahkemelik olmuş. Sabah
kalkmış, Hozat´a
mahkemeye gidecek.
Bakmış yolun ortasında
sakallı biri duruyor.
Dede demiş ki, „Ben
biliyorum, sen Hızır´sın
ama o Karabalinin
kılığına girdiğin için
lanet olsun senin gibi
Hızır´a.“ Yani devlet
Kürd halkına çok
çektirdi. Ne yapsa da
inanacığımız gelmiyor,
hala kuşku duyuyoruz.
Çünkü Başbakan, Baykal´a
karşı konuşurken „Biz
boşlukları doldurmazsak
başkası doldurur” diyor.
Yani boşlukları
doldurmak için mi TRT 6
yayına başlamış?
Kürd TV’leri çoğaldı.
Engelleyemediler. Derken
bu düşünce oluştu. Yoksa
neden 15-20 yıl önce
yapmadılar? Hiç değilse
o zaman çok ilgi olurdu.
Kürt dilinde kart yazan,
kitap yazanlar, kılam,
lawik, stran söyleyenler,
biz sanatçılar
mahkemelerde yargılandık,
cezaevlerine tıkıldık,
sürüldük, yurtdışına
sürgün olduk. Şimdi “bayram
değil, seyran değil,
enişte bizi neden öptü?”
diye düşünmek zorundayız.
Hatta kuşku duyuyoruz.
Çünkü AKP’nin hedefi
Dersim ve Amed’in
belediyelerini almak.
Bence zamana bırakalım,
görelim, ne kadar ciddi
oldukları ortaya çıkar.
Yine de TRT 6’nın yayına
başlaması, bizim için
elbette ki bir siyasi
kazanımdır. Böylesi bir
siyasi karar, karar
verenlere de bir takım
riskler getirecek. Hata
bizim için de risk
taşıyor. Ama bu adım
siyasi risk taşımak bir
yana, bence siyasi
yumuşama getirecek ve
Kürtlerle Türklerin
kendi gerçekleriyle,
siyasi ilişkileriyle
yüzleşmelerine katkı
sağlayacaktır.
Diğer yandan bu yayın
nasıl mümkün olabildi?
Öncelikle sorulması
gereken soru budur. Kürt
halkına ve onun
aydınlarına,
sanatçılarına nelere mal
oldu?
Örneğin ben, anlatması
güç olan şartlarda
yaşamak zorunda
bırakıldım. Üniversite
öğrencisiydim ama birden
pasaportum elimde alındı,
iltica etmek zorunda
kaldım.
Kürtlerin yıllardır
uğruna mücadele
ettikleri hakları, Kürt
aydınlarının cezaevi
hücrelerinde yazdıkları,
Cumhuriyet tarihi
boyunca Kürtleri
Türkleştirme projelerine
karşı başgösteren
isyanlar, bu isyanların
yol açtığı maddi ve
manevi kayıplar, dahası
AB kurucu sözleşmeleri
ve buralardan sağlanan
fonların sadece kültürel
amaçlarla kullanılacak
olması (Türkiye’nin,
2009-2010 yılları
arasında AB’den bu
amaçla üç milyar Euro
aldığından söz ediliyor)
ve komşu bir ülkenin
topraklarında Kürtçe’nin
resmi dil olması gibi
tarihi değişimler ve
yenilikler, devletin
fiili olarak inkârı sona
erdiren bu yayını hayata
geçirmesini sağladı.
Bunca felaketi yaşamış
bir halk bunu bir
kazanım olarak
düsünüyorsa, saygı
duyulmalı. “Hakkını
kullanırsa ne yapacağı
belli olmaz” diye, ondan
korkulmamalı!
Halkıma sevgiler ve
saygılar sunarım.