Kültür Hazineleri nasıl göç edip gidiyor !
Sanatçı- Ali Baran
Evet, bazen düşündükçe kafamı duvara vurmak istiyorum. Be kardeşim diyorum kendime, neden biz hudutlarımızın ötesinde hatta kıtalar ötesi yazarları, önderleri, teorilerini ezberledik iyi hoş ama neden yanı başımızda ki, bir Dersimli Dr.Nuri’yi, Seyid Rıza’yı ya da Teyip Ali’yi göremedik, tanımadık ve anlıyamadık? ya da şöyle diyeyim: Çin Seddini, Moskova’nın Kızıl Meydanı’’nı, Berlini, Parisi... merak edip durduk da, yanı başımızdaki bir Harputu, Pertek’i, Kamag’ı ya da Diyarbekiri, Urfayı, Mardin’i tanımayı oradaki ev yapma tekniğine inceleyipte öğrenmeye çalışmadık?
Gelecek kuşağa da birşeyler kalsın diye kaçımız bunun üzerinde inclemelerde bulunup kültür zenginlimizidir diye korumaya çalıştık? Kısacası, yaşadığımız coğrafya yani Dicle ile Fırat havzası, Mezopotamya’yı göremedik, öğnrenmedik. Onun folklorunu, yaşamış kavimlerin yarattığı medeniyetleri ve içinden çıkardığı önderleri öğnenmedik, tanımadık. Peki, burnumuzun dibindeki değerleri, hazineleri göremeyenler, dünyanınkilerini iyi göre bilirmi? Biz Aleviler ve sosyalistler, Başka kültürleri tanıyıp anlamaya çalışırken kendimizin öz değerlerimizden uzaklaştık. Yoksa birileri bizi tuzağa mı düşürdü? Bu yazdıklarımi biraz da kendimizle hesaplaşmamiz gerektigini his etmemdir. Öyle inanıyorum ki, benim gibi binlerce insan bunu yavas yavas his ediyor ama kendini elestirmekten ya kaciyor ya cesaret etmiyordur.
Yirmi yıl sonra 1999’da köyümü gördüğümde şoke oldum. Çünkü eskisinden bir otuz yıl daha kötüye gitmişti. Yani madi ve manevi olarak geriye gidilmişti. İnsanlarımızda artık mekanikleşmiş gibiydi. O eski sıcaklıklar, dostluklar, birbirlerini koruma ve kollama duyguları azalmıştı. Her köylümüzün artık bir televizyonu vardı. Ve bu televizyon onları sistemin içine almış, beyinlerini yakamaya başlamıştı.
Yüzyılların getirdiği o zülümkar yapı ve devlet yasaklarla uğraşa dursun, insanlar eli kolu bağlı kalmış durumda. Almanya’da akrabası olan gönderilen harçlıkla yaşamış ve ölmemiş. Ya Almancısı olmuyan, tarla desen süremez, mazot parası yok, bağ-bostan desen suyu yok. İki koyun ve ineği var, onu da besleyecek gücü olmayınca satmış. Yani anlayacağınız hep fakir toplum. Tıpkı 1937 senesinde olduğu gibi. Yani dar bir alana sıkıştırılan Dersimliler, aç ve perişan.
Evet, konumuz kendimizi yani dedelerimizi, babalarımızı, annalarimizi kısacası insanımızı anlayamamak, yani göcüp gidenler o Kutsal Munzurun, Düzgün Babanın,Sarısaltık, Aguicenlerin birer parçasıydıla.r, o hazinenin birer temel taşıydıla.r, Biz onları anlamadan, özümsemeden, yeni nesle nasıl tanıta biliriz? international olmakla neler kaybettiğimizi artık anlamalıyız. Dostlarımızın da artık bunları görmesi lazım. İçine düştüğümüz tuzağı artık görmeliyiz. Her gün bir yaşlının öldüğü Dersim’de, gidenlerle birlikte birer birer parcalarımız olan folklor,dil din, ziyaretlerimiz gittiğinin farkında degiliz. Birkac yıl sonra kılamlarımızı anlıyan kimsede kalmayacak, kılam söylemek yetmiyor, yeni nesillere o kılamları, kim söyleyecek?
Kısa bir süre önce 25.06.04 tarihinde, babam Mahmut Baran’ın kemanına güzel sesiyle eşlik edip söyleyen Annem BESE’yi kaybettim. Bu yazıyı yazmaya da bu ölüm sebep oldu.
Durumu iyi olanlara önerim şudur. Hiç değilse Huzurevleri yapıp o yaşlılara son günlerini birazda olsa huzurlu geçirmelerini sağlamaya çalışalım. Her toplumda hayır için birşeyler yapan bulunur, bizim zenginimiz hayır için bir çeşme dahi yapmıyor o kutsal toprak ve halkı ölüme terk edilmiş sanki, ve biz dünya Emperyalistleriyle savaşıyoruz, biraz kendimizle ilgilensek iyi olur diye düşünmenin zamanı geldi, geçiyor.
Artık devleten beklememek abes olur, devlet isyancıya birşey yapmaz, kendimiz kendimizi korumalıyız, anlamalı yasştmalıyız, kurumlaşmalıyız…vs…vs…
Ekonomik olarak zayıf düşen bir toplum bugünkü dünya koşullarından mücadele edemez. Bu yüzden de çürümeye yok olmaya mahkumdur. Maddi ve manevi olarak güçlerimizi birleştirmezsek dünya sahnesinden yok olmaktan kurtulamayız ve derdimizi anlatamayız ve sesimizi kimseye duyuramayız .
Ozan Baran
|